Bölgede Türkiye lehine zemin kaybettiler! Çareyi saldırmakta buldu
2021’de Fransa’da yaşanan gelişmeleri gazeteci Belkıs Kılıçkaya, Çözümleme Masası için değerlendirdi.
***Fransa’da tarihin en genç cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron, 7 Mayıs 2017 gecesi Louvre Sarayı’nın avlusunda Avrupa Marşı eşliğinde ağır adımlarla yürürken, bütün olan bitene rağmen ülkesindeki siyasi tablonun karanlığını örtmüştü. Beşinci Cumhuriyet’te öncelikle aynı anda herzamanki sağ ve sol partiler iflas etmiş, Macron’un yepyeni partisi ilk turda ancak ondalık farkıyla fazla sağ partinin önüne geçebilmiş, ikinci turda ise fazla sağ parti lideri Marine Le Pen rekor kırıp, -babasının iki katı oranında- yüzde 34 oy almıştı.
Popülist söylemlerin ve İslamofobinin hızla yükseldiği bir dönemde fazla sağın tam da karşı “Sömürgecilik Fransa tarihinin bir parçasıdır. Sömürgecilik insanlığa aleyhinde tamamlanmış bir suçtur. Fransa özür dilemelidir” diyebilen, giderken kendi deyimiyle “Laikçiliği” yok, liberal laikliği yani herkesin inanç ve ibadetinde özgürlüğünü savunabilen Macron, ekonomi, Avrupa ve dış politikaya ilişkin vaatleriyle bir “kurtarıcı” gibi algılanmıştı.
– MACRON FRANSA’YI KURTARDI MI?
Kuşkusuz Fransa’da 2022’nin en önemli gündem maddesi cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri. Kendisinden fazla önce başlamış neo-liberal ekonomi politikalarını devam ettiren ve kısa sürede “zenginlerin ve en zenginlerin cumhurbaşkanı” namını şampiyon Macron Fransa’sında yollara dökülen sarı yelekliler hadisesini bir kenara koyarsak, seçim yılı ve atmosferinde aslında 2021 yılındaki hadiseler belirleyici oldu.
Bu hadiselerin ilki ve en önemlisi Beşinci Cumhuriyet’in en ayrımcı, en İslamofobik yasalarının çıkartılmış olması, yani İslam karşıtlığının ve Müslüman düşmanlığının devlet politikasına dönüşmesiydi. Gündeme “Ayrılıkçı İslamcılıkla Uğraş” adı aşağıda gelen, sonradan muhtevası korunsa da adı “Cumhuriyet Yasalarına Saygıyı Güçlendiren Prensipler”e dönüşen bir süratli yasal değişiklik yapıldı Fransa’da. Beraberinde Müslümanları aşağılamayı ve nefes aldırmamayı niyetlenmek konusunda eşsiz bir metin olan “İmamlar Şartı” çıktı ve Macron, haleflerinin devamı olarak da “Fransa İslamı” icat etme çalışmalarını sürdürdü.
Bunların herkes ve hepsi toplumda bir kırılmaya muhabere ediyordu ve natürel olarak İslamofobi devlet politikasına dönüşünce, seçim öncesi en çok konuşulan konu da ister istemez göçmenler, İslam ve Müslümanlar oldu. Bir iki istinası hariç cumhurbaşkanı adayları, siyasi meşreplerine göre “bu korkutma algısının” laiklik yahut cumhuriyetçilik yahut uygarlık üzerinden propagandasını yapıyor. İş o noktaya geldi ama İslamofobi konusunda Macron, geçen seçimlerdeki rakibi aşırı sağ parti lideri Marine Le Pen’e küme düşürdü. France 2 televizyon kanalındaki ortak kavga programında Macron’un İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Marine Le Pen’i İslam konusunda “fazla yumuşak” olmakla suçladı. Macron’un Ulusal Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, Vatandaşlıktan Sorumluluk Sahibi Devlet Bakanı Marlene Schiappa yoksa Yüksek Öğrenim Bakanı Frédérique Vidal bu konularda aşırı sağ fikirleri ve İslamofobik düşünceleri besleyen pek fazla beyanda bulundu. Blanquer ve Vidal, Fransa’nın emperyalist geçmişini, çıkış sürecini bilimsel metinlerde dahi sansürlemeyi öngören girişimlere öncülük etti.
– AŞIRI SAĞLA YARIŞA GİRİNCE NELER OLUR
Bütün bunlar yalnızca ülkedeki Müslümanların hayatını etkilemedi kesinlikle. Merkezdeki partiler, fazla sağ partilerle yarışa girdiklerinde kimseyi yatıştıramadıkları gibi suni olarak tedirgin edilmiş kitleleri daha da genişletip kıyıdaki köşedeki itiraz konuları dahil ne varsa hepsini birden aşağı yukarı güçlendirirler. Nitekim ülkedeki Müslüman azınlığın hedeflendiği bu gündem ve yasalar, milliyetçiliğin daha da güçlenmesine, NATO ve Avrupa karşıtlığının artmasına, demokrasinin zayıflamasına ve güvenlik politikalarının yükselişine de sebep oldu, olmaya devam edecek. aynı zamanda Fransa’nın Afrika’daki eski sömürge ülkeleriyle ilişkilerini hem de Arap dünyasıyla ilişkilerini etkiledi ve etkilemeye devam edecek.
Fransa, 13 yıl aradan sonra Avrupa Birliği aza ülkelerinin dönüşümlü olarak 6 ay her tarafında yaptığı dönem başkanlığını 1 Ocak’ta Slovenya’dan devraldı. Dönem Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Macron, seçimlerdeki başarısı için de gösterişli bir vizyon sundu. Aralık ayında yaptığı konuşmada “AB içinde meslek birliğine dayalı bir Avrupa’dan; dünyada güçlü, en ince ayrıntısına kadar dominant, seçimlerinde özgür ve kendi kaderini kendi görev edebilen bir Avrupa” hedeflediğini söyledi.
– MACRON, MERKEL’DEN BOŞALAN AVRUPA LİDERLİĞİ KOLTUĞUNA TALİP OLDU
Angela Merkel’den boşalan Avrupa liderliği koltuğuna talip olan Macron, kendisini “Popülizme karşısında demokrasinin bir savunucusu” olarak tanımladı. Macron; göç, savunma gücü, sosyal medyadaki dehşet söylemi ve ekonomik toparlanma için bütçe açıklarının baştan gözden geçirilmesi gibi mevzu edilmesi gereken ne varsa değindi. Ortak savunma kapasitesindeki ilerlemenin Avrupa Birliği’nin egemenliğini temin etmek için kritik önemde olduğu yönündeki düşüncelerini tekrarladı.
Bunların hangisini gerçekleştireceği tartışması bir tarafa, 31 Aralık’ta Champs Elysee’de Başarı Tankı’na Avrupa Birliği bayrağını astıran Macron, 2 gün sonra indirtmek zorunda kaldı. Diğer Taraftan tek başına AB bayrağının asılmış olmasına yalnızca aşırı sağ ve sağ partilerin liderleri yok, solda da bazı liderler tepki gösterdi.
Fransa’nın 2005’te kurucu ülke olarak Avrupa anayasası referandumunu reddettiği ve Macron’un adaylığı sırasında kişisel olarak “Avrupa’da bazı reformlar yapılmadığı takdirde Fransa’nın da AB’den ayrılması anlamına gelen Frexit ile aleyhinde karşıya kalabileceğini” söylediği ve ülkeyi felç eden sarı yelekli göstericilerin Brüksel politikalarını yerin dibine soktuğu hatırlanırsa, bugün Macron’un kapasitesi anlaşılabilir.
Birlik içinde 27 ülkenin dış politika çıkarlarının ve geleneklerinin farklılığı sebebiyle müşterek dış politika deha oluşturamamasına karşılık Avrupa Ordusu hayali, zaten realist görünmüyor. Bir De sosyal devlet ilkesinin uzun süredir kazanç dağılımı, eğitim, sağlık alanında erozyona uğradığı ve bu durumun Kovid-19 kriziyle daha da aleni olduğu bir ülkede, Macron’un önderliğinde bu yönde bir icraat yapılma ihtimali doğrusu çok münakaşacı. Halihazırda, Avrupa Birliği ve NATO üyesi 22 ülkenin, NATO’ya ABD’nin mali katkısına nispetle onunkinin yarısından daha az olduğu ve birlik içindeki en büyük finansör Birleşik Krallığı’n da geçen yıl ayrıldığı düşünülürse de kuvvet. öte taraftan birlik içindeki ülkelerin korkutma algıları da birbirinden farklı ve bazıları ABD şemsiyesine herhangi bir alternatif istemiyor…
– WASHİNGTON, “NATO’NUN BEYİN ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞMİŞTİR” BEYANINI UNUTMADI
Fransız siyasi arenasında fazla sol, aşırı sağ ve sağda da bir takım siyasi liderlerin “Nato’nun askeri kanadından çıkalım” beyanlarının daha da ivme kazanmasına yol açan önemli bir hadise de oldu 2021’de. Emmanuel Macron siyasi rakiplerine karşılık sahiden de Transatlantik ilişkilere siklet veren, bundan nedeniyle seçim propagandası sırasında “Finansçı, müesses nizamın adamı” gibi eleştirilere de maruz kalmış, haleflerinin tersine çok iyi İngilizcesi olan bir cumhurbaşkanıdır.
Trump dönemindeki hayal kırıklıklarını muhtemelen Angela Merkel ile paylaşmıştır ama geçen sene Joe Biden döneminde Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın deyimiyle “ABD’nin Fransa’yı arkadan bıçaklamasını” sineye çekse de unutmayacaktır.
Geçen yıl 15 Eylül’de Avustralya, Birleşmiş Krallık ve ABD’nin stratejik sözleşmesini duyduğunda Macron’un başından aşağıda kaynar sular döküldüğü belli. Avustralya, Fransa ile 2016’da imzaladığı 2030’a kadar sürecek olan Fransız Naval Group’tan 12 denizaltı alımına ilişkin sözleşmeyi iptal ederek, 2040’a dek 8 Amerikan denizaltısı alımını öngören diğer bir anlaşma imzalamıştı. Kimilerine göre başkanlar değişse de Washington, Macron’un “Nato’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” beyanını unutmamıştı!
– ŞARKIDAKİ GİBİ “YİNE, YENİ, YENİDEN” TÜRKİYE
Fransa için anlaşmanın iptali 56 milyar avroluk kayıptan ibaret değil. Afrika Kıtası’nda Çin, Türkiye, ABD hatta Rusya lehine zemin kaybeden Fransa, bu nedenle yeni konjonktürde Hindo-Pasifik stratejisinde de büyük bir darbe yedi. Washington yönetiminin sözleşmeyi AB’nin, AB-Hindo Pasifik bölgesel meslek birliği stratejisini açıklamadan bir gün önce yapması da bazı yorumlara tarafından “Avrupa’nın Savunması” yönündeki girişimlere bir cevap niteliği de taşıyordu. Hem Fransa’nın “arkadan bıçaklanmasına karşılık” Macron, Avrupa Birliği ülkelerinden beklediği desteği de görmedi. Libya, Doğu Akdeniz, Lübnan konusundaki işine düşkün çıkışlarından da netice alamayan Macron, çareyi olağandışı biçimde ikide bir dış basına görüşme vermekte ve Türkiye’yi kasıt alan sert direktifler yapmakta yoksa Yunanistan’ı önüne koyup muhtelif politikalara girişmekte arıyor. Nitekim Macron’un AB Dönem Başkanı sıfatıyla Parisien gazetesine verdiği birincil röportajda, dış politikaya dair ilk sözü “Türkiye AB’ye giremez” oldu.
Belkıs Kılıçkaya, Gazeteci